Perşembe, Kasım 16, 2006

HER DEVRİN BİR POP-STAR'I VARDI

Alper Fidaner Son aylarda dilimize yeni yerleşen bir kavramı sık sık duyar olduk: Pop Star. Bir televizyon yarışmasıyla ortaya çıkıp, daha sonra çeşitlemeleri bütün kanallara doluşan bu yarışma ile, eskiden İ.M.Ç’de plak şirketlerinin kapılarını aşındırarak ün peşinde koşanlara yeni bir kapı açılmış oldu. Artık şöhretin yolu reyting pazarında yer kapmak için çırpınıp duran televizyon şirketlerinden geçiyor. Şimdiye kadar bu yöntemle gerçekten meşhur olup albümleri iyi satan bir şarkıcı olmayı başarabilmiş kimse yok. Adı bilinir-duyulur olanlan, kahvelerde konuşulanlar çıktı ama, bırakın bir “pop yıldızı”nı, gerçekten adına “şarkıcı” denebilecek kimse bile yok. Bu çeşit yarışmaların yararını-zararını bir kenara bırakalım. Anadolunun dört bucağından –ya da büyük kentlerin Anadolunun dört bucağını temsil eden kenar mahallelerinden çıkıp, “meşhur bir şarkıcı” olarak hayatlarını kurtarmaya çalışanları da başka bir yazının konusu yapalım ve memleketimizde “pop star”lık müessesesinin geçmişine bir göz atalım. İLK YILLAR Pop star olmak öyle kolay değil. Bir kaç şarkıyı doğru-düzgün söylemeniz yetmez. Bir kaç albüm yapıp listelerde ön sıralardan yerler edinmeniz de kurtarmaz. Bilinen, tanınan bir şarkıcı olmanız da pop starlık için bir adım olabilir ancak. Hatta ömrünüzü bu işlere vakfedip, yıllarca çalışsanız bile pop star olabilme ihtimaliniz oldukça düşük. Star olmak, pop star olmak, en büyük olmak demektir. Tartışmasız olarak herkesin sizi kabullenmesi, “evet o" diyebilmesi gerekir. Hepsinden önemlisi pop star, tektir. Bu memlekette geçmiş zamanı on yıllık dilimlere bölerseniz, her on yıla bir büyük star düştüğünü görürsünüz. Tanzimat’la birlikte batı müziği bu memleketin topraklarında duyulmaya başlandı. Önce, yeniçerilerin yerine kurulan düzenli ordu, aksak yürüyüş ritmiyle kendisine uyduramadığı mehter takımını gönderip Avrupalı hocalar getirerek bir bando kurdu. Sonra, gayrımüslüm azınlıkların Galata ve çevresinde yer alan eğlence yerlerinden çıkıp, İstanbul sokaklarında yayılan Kanto, halkın popüler batı müziği ile ilk temas noktasını oluşturdu. Cumhuriyetle birlikte, Arjantin’in sokak dansı Tango, batılılaşmanın simgesi olarak salonların vazgeçilmez müziği haline geldi. Bando-Kanto-Tango üçlemesi, bugün pop müzik diye adlandırdığımız türün temellerini attı. 1950’lerin sonuna kadar, müzik taş plaklara kaydediliyor, taş plaklarla alınıp satılıyordu. Uzun yıllar boyunca hakimiyetini sürdüren taş plaklar, önceleri üzerinde hiç bir elektronik donanım bulunmayan gramofonlarla dinlendi. Daha sonraları, elektrikli gramofonlar ortaya çıktı. Elektrikli gramofonlar, 60’larda başlayacak olan 45’lik plak devrinin de habercisi oldu. 50'LER: BİR CELAL İNCE VARDI Taş plak döneminin Pop Starı, 1956 yılında Amerika’ya yerleşmek üzere Türkiye’yi terkedip giden efsane isim Celal İnce’ydi. Batı müziğini popüler hale getiren kişi olarak, memleketin ilk pop starı olma hakkını da kazandı. Her ne kadar 20’li, 30’lu ve 40’lı yıllarda popüler batı müziği kalıplarında çalışmalar yapılmış olsa da adı ünlenen ilk büyük isim olmayı başardı Celal İnce. O güne kadar, kaptanzade Ali Rıza’nın “fantazi”leri, Muhlis Sabahattin’in operetleri (bügünkü söyleyişle müzikalleri) Necip Celal, Fehmi Ege ve Necdet Koyutürk’ün tangoları vardı. Celal İnce’nin müzikle tanıştığı yıllarda, popüler batı müziğinin yaşayıp yeşerebilen tek türü tangoydu. Celal İnce de, önceleri tango söyledi. Ancak, tango kalıplarına sıkıştığını hissetmeye başlamasıyla, yeni türlerere yönelmesi bir oldu. Solistlikle yetinmeyip, şarkılar da besteleyen Celal İnce, o dönemde tüm dünyada çok meşhur olan “kadife sesli” şarkıcıların tarzında yorumuyla büyük ilgi gördü. Yıllarca devam eden radyo programları ve Türkiye’nin çeşitli kentlerinde sahne çalışmaları yaptı. Bunlardan daha önemlisi ise, bügünlere ulaşabilen plak kayıtları oldu. Celal İnce çok sevildi, plakları çok sattı. Tango dışında türlerde yaptığı çalışmalarla Türkiye’de popüler müziğin öncüsü ve 50’li yıllarda adını müzik tarihine yazdırmayı başaran ilk pop star oldu. 60'LAR: EROL BÜYÜKBURÇ FIRTINASI 60’lı yıllarla birlikte 45’lik plak devri de başlıyordu. Kolay kırılan hantal taş plakların yerini, elektirikli (pilli-ceryanlı!) pikaplarda çalınan esnek, pratik ve küçük 45’likler aldı. 45’lik devrinin pop starı Erol Büyükburç oldu. Celal İnce’nin “öncü”lüğü ne kadar kesinse, Büyükburç’un ilk büyük yıldız olduğu da o kadar tartışılmazdır. İlk yerli beste, popüler olan ilk pop şarkısı gibi sıfatlar taşıyan Little Lucy, Erol Büyükburç’un bestesidir. İngilizce ders kitabından –hatta kitabın başlangıç bölümleriden de denilebilir- derlenmiş gibi gözüken sözleri, o günlerde “batı müziği ecnebi sözlü olur” anafikrinin hakimiyetinin sonucudur. Bu fikir, çok kısa bir süre içinde yıkılacak, türkçe sözlü hafif müzik sarsılmaz hakimiyetini kazanacaktır. Daha sonra dönmek üzere rafa kaldıracağımız, yabancı bestelere Türkçe söz yazma furyası, yani aranjman olayı da bu yıllarda başladı. Erol Büyükburç, aranjman modasına katılmayı reddetti. Çoğunlukla kendi bestelerini seslendirirken zaman zaman, daha sonraları “Anadolu Pop” adını alacak ve pop müziğe hakim olacak türde türkü düzenlemeleri de söyledi. Yabancı şarkı söyleyeceği zaman ise, orijinal sözleriyle, orijinal diliyle söylemeyi tercih etti. Büyükburç’un gece kulüplerinde başlayan müzik hayatı, bugün sayısını tespit etmekte güçlük çektiğimiz plak çalışmaları, o zamanlar yeni yeni oluşmaya başlayan gazino sahneleri ve unutulmaz Yeşilçam filmleriyle devam etti. Büyükburç’un döneminde, Ayten Alpman (o zamanlar Ayten Gencer), Metin Ersoy, İlham Gencer, Gönül Turgut ve Ayla Dikmen gibi büyük isimler de vardı. Ama bütün bunların arasından sıyrılıp “ışığı gören”, yıldız olmayı başaran Erol büyükburç oldu. 70’li yıllarla birlikte, Büyükburç’un yıldızı yavaş yavaş sönmeye başladı. 70'LER: SUPER STAR AJDA PEKKAN 60’ların başında gece kulüplerinde şarkı söyleyen, daha sonra müziği bırakıp filmlerde “şuh kadın” rollerine çıkan Ajda Pekkan, 70’lerin en büyük pop yıldızı oldu. Kimin ne zaman, nasıl verdiği bir türlü anlaşılamayan “Süper Star” ünvanıyla Ajda Pekkan Türkiye’nin batıya bakan yüzünün simgesiydi. Çoğunlukla, yabancı bestelerin üzerine yazılmış Türkçe sözleri olan şarkılar, yani o zamanki moda tabiriyle aranjman söyleyen Ajda Pekkan, sadece sesi ve yorumuyla değil, hayattaki duruşu ve bakışıyla da farklı olmayı başarabilen bir isimdi. 45’liklerin yerine 33 devirli Long Play’lerin yayılmaya başlaması ve “albüm” kavramının yerleşmesi 70’li yıllarda oldu. Ajda Pekkan, birbiri ardına yayınladığı Long Play’lerle, bugüne kadar unutulmayan bir çok mühim şarkıya imza attı. 70’lerin ikinci yarısında sertleşen politik ortamda, tüm çevrelerin şiddetli tepkisini çekmesine rağmen, ayakta kalmayı ve en büyük olmayı başarabildi. Müziğindeki kaliteden hiç ödün vermedi. Her zaman memleketin en iyi müzisyenleriyle, en iyi söz yazarlarıyla, en iyi orkestralarıyla çalıştı. Gelmiş geçmiş en büyük pop yıldızı ünvanını hiç kimseye kaptırmadan bugünlere kadar gelmeyi başardı. 80'LER: KOMŞUNUN KIZI SEZEN AKSU “Müziğe başladığım yıllarda Ajda Pekkan’a hayrandım” diyen Sezen Aksu, Ajda Pekkan’ın o ulaşılmaz, uzak, yüksek duruşuna ciddi bir alternatif getirerek, “komşunun kızı” tavırlarıya kısa bir süre içinde “bizim Sezen” olmayı başardı. Çoğunlukla kendi bestelerini seslendiriyordu. Şarkılarının sözleri, mahallemizde yaşayan tüm genç kızların duygularına tercüman oluyordu. Besteleri de sözleri gibi, bu toprakların kokusunu taşıyordu. 80’ler, kayıt teknolojisinde plak devrinin kapandığı döneme denk geliyor. Her eve giren ucuz, kalitesiz kaset çalarlar ve mahalle aralarında mantar gibi biten “bant kayıt stüdyoları” ile plakların uzun yıllar süren hakimiyeti yıkıldı. Plaktan “Compact Disc”e geçiş dönemi, kasetlerin ve korsan kayıtların devri oldu. Kaset devrinin pop starı Sezen Aksu, herkesten daha “yerli” müzik yapma eğilimiyle, Türkiye’de pop müzikte yeni bir devrin de başlangıcı oldu. Sezen Aksu’nun etkisiyle yerli sazlar, bağlamalar, kanunlar ve mutlaka ki darbukalar pop müzik şarkılarının vazgeçilmez altyapısını oluşturmaya başladı. Batı tarzı popüler müziğe alternetif olarak doğan arabesk, müzikal yapısıyla pop müziğin damarlarına sızdı ve onu neredeyse tamamen ele geçirdi. 90'LAR: SON POP-STAR TARKAN 80’lerin yerelliği, 90’lı yılların “globalleşme” etkileriyle birlikte ilginç sentezlere kapı açıyordu. Memleketin son büyük pop starı Tarkan da, 90’lı yılların başında ortaya çıktı. Sezen Aksu’nun bir sonraki versiyonu olarak sadeceTürkiye’de değil, dünyanın başka memleketlerinde de tanınır oldu. Yıllardır gevelenip durulan “dünyaya açılma” hayallerine Tarkan’ın döneminde hiç de farkında olmadan ulaşıverdiğimizi gördük. Elbette, sınırların yavaş yavaş ortadan kalkması, iletişim çılgınlığının inanılmaz boyutlara varmasıyla, mesafe kavramının anlamını kaybetmesi de bunda çok etkili oldu. Compact Disc ile başlayan digital teknolojinin internet-mp3 ikilisi ile ulaştığı sınırsızlık noktası, müzik piyasasının alt üst olmasına ve yeniden kurulmasına yol açtı. Tarkan, pop müziğin son starı. O bir “idol”. Yani, sadece şarkılarıyla değil, saç biçiminden duruşuna, kıyafetinden dans edişine kadar taklit edilen, örnek alınan bir noktada duruyor. Gerçek bir “star”ın taşıması gereken tüm özellikleri barındırıyor. Pop müzik aleminde, 90’ları kapatıp yeni bir bin yıla girmemizle birlikte gelinen nokta çok belirgin sayılamaz. En azından hala yaşamakta olduğumuz bu dönemi değerlendirebilmek için biraz daha zaman geçmesi gerekiyor. Sektörün piyasaya sürmeye çalıştığı plastik şarkıcıların arasında bir “pop star” adayı bulmak zor gibi. Her ne kadar çok sayıda “ünlü”müz olsa da, aralarından sıyrılıp öne çıkmayı başarabilen, diğerlerine “fark atan” kimse yok. “Pop Star” ve türevi yarışmalarla böyle birisinin ortaya çıkması ise hayal bile olmaktan uzak elbette. Her devrin bir pop starı vardı. Bakalım zaman ne gösterecek. Volume Dergisi, Mayıs 2004

Perşembe, Temmuz 27, 2006

OLYMPIA - PARIS 1976

PARİS, MART 1976 – Dünyaca ünlü Olympia Müzikholü bu gece bir Türk sanatçısını ağarlıyordu. Seyirciler usul usul yerlerini alırken, konuşmalara kulak misafiri oluyordum. Seyirciler, hayranı oldukları bir sanatçıyı, Enrico Macias’ı ve henüz sahne performansı pek bilinmeyen, üstelik Türkiye’den gelen bir diğerini keşfetmenin heyecanını yaşıyordu. Ajda Pekkan’ı pek tanımasalar da, çok da yabancısı değildiler zira Babylone Babylone sarkısı duyulmuştu. O özel gecede, Macias’tan ziyade Ajda merak konusuydu. Genelde kılık kıyafeti nasıl olacak diye fısıldıyordu insanlar çünkü türk kadını imajı kırsal kesim kadın imajıyla bağdaştırılıyordu. Nihayet ışıklar söndü ve herkes Ajda Pekkan’ı beklerken, sahneye Enrico Macias çıktı. Uvertür veya boşluk doldurmak için gelmemişti Ajda, sanırım bunu herkes çok net bir biçimde anlamıştı. O an, bütün alkışlar Macias içindi. Seyirciler güzel bir konser izleme mutluluğundayken, benim yüreğim daralıyordu. Çok iyi biliyordum ki, fransız seyircisi zor beğenirdi ve dahası ukalaydı. Ajda’nın da fransızcası süper sayılmazdı. Sözleri unutur veya karıstırır diye ölüp ölüp diriliyordum. Melisa sarkının fınaline doğru, önce vokaliyle, birkaç saniye sonra görüntüsüyle Ajda sahne aldı (öyle anlarda saniyeler bile ne kadar önemli, bir bilseniz). Salonda, bir ağızdan “Oooooooooo” sesleri alkışlarla kusatıldı. Fransızlar gerçekten aptallaşmış durumdaydılar. Sahnedeki genç sanatçı, giyiminden kuşamına, saç modeline, aksesuarlarına kadar kusursuzdu. Düşünebiliyor musun? Modanın beşiği Paris’te, bir türk kadını, üstelik fransizlara, adeta zerafet dersi veriyordu. En önemlisi cakasıydı. Yürümesi, rahatlığı, bir anda sahneyi doldurması, kendi has eşsiz ışığıydı. Ajda Pekkan sahnede bir su damlasıydı. Seyirci o kadar şaşkındı ki, Macias bir açıklama yapmak zorunda kaldı. “Hepiniz onun gerçek Melisa olduğunu sanıyorsunuz ama emin olun ki değil. O, Türkiye’den gelen çok büyük bir sanatçıdır. Büyük olduğu kadar da güzel. Adı...AJDA PEKKAN. Bana inanmayabilirsiniz. Düşünün ki size ‘Bendeniz, Enrico Macias, ilk kez Olympi’yaya doğrudan Norveç’ten geliyorum’ dememe benzer. Aynı şey. Ama O, fiziğine rağmen gerçekten Türkiye’den geliyor ve görecelsiniz ‘ufaklık’ nasıl da şarkı söylüyor.... göreceksiniz.” Macias’ın gitarıyla eşlik ettiği, ses virtuozu Ajda Pekkan’ın otantik Türk ezgileri içeren “AMAN AMAAAAAAN” nağmeleri o kadar büyüleyiciydi ki, nefes almakta zorlanıyorduk. Ve doğal olarak bir alkış şiddeti başladı ki, Olympia resmen yıkılacak sanırdınız. Ajda, “Et tu pars et tu reviens” şarkıyı yorumlamaya başlayınca, yine seyirciler hayretler içindeydi zira çok başarılı bir fransızca sergiliyordu. Ufak tefek telafuz hataların dışında son derecele başarılıydı. Sesi, gümbür gümbür akan deli bir nehir gibiydi ve hiçbir engel tanımıyordu. Macias’la birlikte söylerken sesinin gücünü frenleyemiyor ve Enrico’unkini tümüyle kaplıyordu. Sıra “Hoşgör Sen” parçasına geldiğinde, kendi dilinde okumanın rahatlığında bir Ajda vardı ve öyle muhteşem bir performans sergiliyordu ki, resmen bir gövde gösterisiydi. Avuçları patlarcasına çılgınca alkışlayan seyircileri de frenlemek mümkün değildi. Video kaydını tekrar izleyin, göreceksiniz ki dinmeyen alkışlar nedeniyle sarkıyı bir türlü bitiremiyor Ajda. Final. Salon alkıştan yıkılıyordu. Resmen deprem yaşanıyordu. En çok ‘Bravo Ajda’ sesleri duyuluyordu ve bu inanilmaz bir gurur kaynağıydı. Enrico Macias büyüklüğünü göstererek, sahnenin arka kısmına gidip, alkışların gerçek sahibine ulaşmasını sağladı. Evet, Ajda, sahnenin önünde, bizleri selamlarken, öylesine mutlu, öylesine büyüktü ki, eminim starlığına SUPER kelimesi o gece eklenmiştir. Konseri STAR AJDA PEKKAN olarak başlamış ve SUPERSTAR AJDA PEKKAN olarak tamamlamıştı. Olympia konserinden iki yıl sonra POUR LUI albümünü çıkardığında, yorumculuğunun dışında, yepyeni imajıyla da çok büyük sükse yapmıştı. Uzun yıllar sonra sarışın imajını yıkmış, esmer bir Ajda, yani türk kadını imajına yakın ama yine eskisi kadar güzel, hatta eskisinden bile daha güzeldi. Velhasıl her zamanki gibi kusursuzdu. Son olarak, Ajda Pekkan’ın konuk olduğu ve KANAL D’nin bir canlı yayınında Erkan Özerman’ın sözlerini hatırlatmak istiyorum. “Dünyadaki bütün sanatçılar Paris’e gidip plak şirketlerinin kapılarını tek tek dolaşırlar orada kendilerine bir şans edinebilmek için. Ajda’nın şansı bambaşkaydı. Nasıl mı? onlar Türkiye’ye gelip Ajda’yı keşfettiler, star olarak Paris’e götürdüler (.....) Bizi Olympia programına aldıkları zaman himaye etmek için almadılar, Ajda Pekkan’ın getireceğı yeni müşteri potansyeli için aldılar”. Bugün isteyen herkes Olympia’da konser verebilir. Artık ne bir zorluğu ne de önemi var. Asıl başarı, o yıllarda Olympia’yı ateşlemekti. Ve bunu Ajda başardı. Çok uzun yıllar sonra, Olympia yetkilileri her ülkeden bir sanatçıya konser teklifinde bulundu ve Türkiye adına bu teklif Ajda Pekkan’a yapıldı. Ne yazık ki Divamız bu teklifi kabul etmedi ve yerine Bülent Ersoy gitti. Çok üzülmüştüm. Şimdi yurt dışında birçok konser salonunda sayısız konserler izledim ve sayısız fırsatım olsa da, Olympia’ya bir daha hiiiiiiç gitmedim çünkü Olympia AJDA PEKKAN’la çok özel ve güzeldi. Bendeniz, o zaman, 16 yaşındaydım. Sevgilerimle Nevzat K.

Pazartesi, Haziran 19, 2006

COOL KADIN

Luke Fisher reporting from Kent (United Kingdom)source: Belgovision - photo: oikotimes resources

Ajda Pekkan who is known to be the 'Superstar' of Turkey, has just released her brand new album ''Cool Kadin'' (Cool Woman). The album has 11 new tracks and a remix version, including the hit of the same name, a funky disco hit ''Amazon'', and the famous aria ''Spente le Stelle'' (which was previously recorded by Emma Shapplin) in Italian. Tuba Önal (Tukey 1999) and Özge Fiskin (Sertab's brunette backing singer in 2003) are another highlights on the album, their names appearing on the credits as backing vocalits.
Since the word ''Superstar'' is dedicated to Ajda in Turkey, this year's Turkish representative Sibel Tüzün said during an interview that when it was clear that her song was going be titled ''Superstar'', she called Ajda, and asked her opinion on the matter- receiving Ajda's total and embraced support.
Ajda is familiar to Eurovision scene as she has represented Turkey with the song "Petr'Oil" in 1980, which finished 15th with 23 points. Although this was not a sparkling result, the song still remains a big hit in Turkey. The pop icon has been singing professionally since 1962 and she still tours around Turkey and Europe with many sold-out concerts. Her discography features many number one songs in 8 languages, and her albums and singles sell more than 10 million copied in 14 countries.

Çarşamba, Haziran 14, 2006

Sezen’le can dost olduk

Yeni albümünü bugün piyasaya çıkaran Ajda Pekkan, çalışmadaki beş şarkıda imzası bulunan Sezen Aksu'ya övgüler yağdırdı. Pekkan, "Sezen ile can dost olduk. Bize içeriği daha ağırlıklı olan sözler gerek. Daha felsefi, insanlara mesaj veren sözler okumalıyız. Sezen'le işte bunu yakaladık. Çünkü o hayatı benim penceremden çok güzel görüyor" dedi. Yeni albümünü bugün piyasaya çıkaran Ajda Pekkan, albümdeki beş şarkıda imzası bulunan Sezen Aksu için, "Sezen ile can dost olduk. Bize içeriği daha ağırlıklı olan sözler gerek. Daha felsefi, insanlara mesaj veren sözler okumalıyız. Sezen ile bunu yakaladık. Çünkü o hayatı benim penceremden çok güzel görüyor" diyor. Ajda Pekkan renkleri Sezen’le can dost olduk. Ve bu dostluğumuzu müzikle paylaşmaya karar verdik. Bize içeriği daha ağırlıklı olan sözler gerek. Sezen inanılmaz güzel görüyor. Sonuç olarak çok enerjik bir albüm yaptık. Bu albümün içinde rock’tan R&B’ye ne ararsanız var. Club müzik dahi var. Eskiden Ajda Pekkan denildiği zaman güzel bir kolaj olurdu. O albümün bir mozaiği olurdu. Sonra bir takım denemeler yaptık, benim de basiretim bağlandı o büyü bozuldu. Bu başarıda tabii ki ekipte çok önemli. O dönemler bir ekibim yoktu. Mesela şu an sahip olduğum ekipte hep beraber karar veriyoruz. Ben tek başıma karar vermiyorum. İşte bu albüm Ajda Pekkan renklerinde oldu. Biraz da bu albüm genç şarkıcılara, genç bestecilere bir ayna olacak, ışık tutacak. Yeni bir tarz denedik Ben üç yıl önce albüm çalışmasına başlamıştım ama bütün çalışmalarımı çöpe attım. Yani her şeyi sıfırladım. Ekim ayından itibaren Sezen Aksu, Yaşar Gaga ile birlikte yeniden çalışmaya başladık. Bir aile çalışması yaşadık. Arabesk-rock her türden söylüyorum. Çok zengin bir albüm. Aşksız bir şey olmaz. Sevmeden hiçbir şarkıyı söyleyemem ben. O yüzden ben bütün şarkılarımı çok seviyorum. Ajda Pekkan’a yetişememiş genç kuşak bu albümde tarzlarına uygun çok güzel şarkılar bulacak. Öyle düşünüyorum. Bu albüm içimdeki çocuk, içimdeki enerji ile çok güzel örtüştü. Dans ettiğimi göstereceğim Bundan böyle sahneye güzel koreografiler ile çıkmayı düşünüyorum. Ben çok enerjiğim sahnede. Dolayısıyla bu kadar enerjiyle şarkı söylerken, yorumlarken dans etmek zor olmuyor. O yüzden de konserlerime koreografi koymayı tercih ediyorum. Aslında dansın en iyisini yaparım ama hepsini birden yapamıyorum yani. Albüm çıktıktan sonra yapılacak konserlerden bir tanesine dans koreografisi koymak istiyorum. Bunu yapmak istiyorum. Çünkü insanlara bir kerecik Ajda Pekkan’ın nasıl dans ettiğini göstermek istiyorum. Bunu arkamda dansçılar, muhteşem bir koreografi ile yapacağım. O zaman benim dansa, müziğe olan aşkımı herkes görecek. Belki de bunu klipte de yaparım... Ama mutlaka yapacağım. Arabesk de söyledi Ajda Pekkan’ın üzerinde titizlikle çalıştığı "Ben Aslında O Gördüğün Cool Kadın Değildim" adlı albümü bugün müzikmarketlerdeki yerini alıyor. "Kendimle, hayatla, müzikle, sevenlerimle hesaplaştığım bir albüm oldu" diyen Pekkan’ın albümünde, iki de cover şarkıyla birlikte toplam 12 esere yer verildi. Fikret Şeneş, Sezen Aksu, Orhan Gencebay, Zülfü Livaneli, Tuna Kiremitçi, Bülent Özdemir, C. Malgiaglio/G.P Felisatt ve Capdevielle/Jean Patrick Gaston Andreca’nın söz ve bestelerinden oluşan albümün çıkış şarkısı Sezen Aksu’ya ait "Cool Kadın"... Aksu, bu eser de dahil olmak üzere toplam dört şarkı sözü ve bir de söz ve beste ile çalışmaya imzasını attı. Zülfü Livaneli’den "Sevdalı Başım" adlı şarkıyı okuyan Pekkan, "Lale Devri"nin bestecisi Bülent Özdemir’den de iki beste aldı. Sema DENKER Kelebek 14 Haziran 2006

Perşembe, Haziran 08, 2006

"Süper mi Süper"

Murathan Mungan, bir röportaj esnasında, “Türkiye’de bir türlü bitmeyen iki tâdilat var, biri benim evinki, diğeri Ajda Pekkan’ınki!” demişti. Gerçekten de Ajda Pekkan, ”estetik operasyon” ifadesinin cümle içinde kullanılmasına özne ya da nesne olarak katkıda bulunabilecek kadar fazla uğraşmıştır görüntüsüyle. Sürekli “imaj” değiştirmesi bir yana, Lokman Hekim’in Misis çayına düşürdüğü ölümsüzlük reçetesini bulmuş gibi bir hali vardır, her zaman genç, her zaman enerjik! Mehmet Öz’ün kendisinden öğreneceği çok şey olmalı:) Yıllar önce, AKM’de bir konserde görmüştüm kendisini. Görmek derken, tuvaletteki büyük aynaların önünde makyajını tazeleyen iki kadındık! O soldaki aynada, ben sağdaki aynada. İlk anda fark etmemiştim içeri girdiğini, nefis bir parfüm kokusuyla belli etti varlığını. Bir baktım ki hemen yanımda sarışın, çok güzel bir kadın, a aa! Ajda Pekkan bu! Her zamanki gibi çok şık, çok zarif. Karşılıklı gülümseyerek selamlaştık, sonra ikimiz de işimize döndük tekrar. Yüzündeki makyaj malzemesi benim bir yılda tüketebileceğimden fazlaydı sanırım ama muhteşem görünüyordu. Nasıl bir insandır bu diye derin düşüncelere daldığımı hatırlıyorum. Gençlik nektarından içmiş gibi görünmesinin tek sebebi herhalde onca operasyon değildir, hele de her tür cerrahi müdahalenin aynı zamanda hiç de azımsanmayacak oranda ıstıraba ve hasara yol açtığı düşünülecek olursa! Yok, hayır, Ajda Pekkan’ın ruhuyla ilgili bir durum olmalı bu. Artık nasıl bir ruhsa bu, hayata nasıl bakıyorsa, sımsıkı sarılmış dünyaya, Ajda Pekkan her daim canavar gibi! O sihirli nektar, içinde kaynayıp kendine yol bulmaya uğraşırken sesini de köpük köpük yıkayıp arıtıyor olmalı ki, sesi pırıl pırıl halâ! Kristâl berraklığında söylüyor şarkıları, hakkını vererek. Üstelik, meselâ Sertab Erener gibi, oktavlar arası gezintilerini rehber eşliğinde yapılan şehir turlarına çevirmeden, gözümüze kulağımıza sokmadan. Elbette tamamen kişiseldir bu söylediklerim ya da Ajda Pekkan hayranlığım; sevmeyeni, tahammül edemeyeni de çoktur. Gariptir, Nükhet Duru’yu da çok severim, severdim. Onun durumu daha bir vahim. “Ben Gene Sana Vurgunum” ya da “Melankoli” gibi şarkıları söylemiş, sonra yoldan çıkmış! Gerçi o ne yapsın, içinde, Yaman Okay için yazılmış “Adamların Adamı” ya da “Geberiyorum” gibi muhteşem bir şarkının -Nazım Hikmet’in bir şiiridir sözleri- bulunduğu “Nükhet Duru” diye bir albüm yaptı, albümü bilen yok gibidir. Baktı ki satmıyor, “Mahmure” deyip göbek atmaya başladı, dudaklarını silikonla şişirip vamp kadın pozlarına girdi. (meğer “Mahmure”, “Nükhet Duru” albümünden önceymiş, düzeltelim. Ancak bir daha “Geberiyorum” gibi bir şarkı söylemediğine göre, kronolojisi şaşmış doğru bir tespit olarak bakabiliriz duruma.) Ah, arada Zerrin Özer’i de anmak gerek aslında heba edilen sesler arasında, neyse ona hiç girmeyeyim şimdi, o başka zamana kalsın. Bugün, http://www.ajdapekkan.us adresini keşfettim bir şekilde, Ajda şarkıları dinleyebiliyorsunuz, ki dinliyorum saatlerdir. Hiç bilmediğim şarkıları çıkıyor arada, bu da varmış, bak sen diyorum. Mesela, Jose Feliciano’nun meşhur “Rain”ini hem Türkçe, hem de Yunanca söylemiş, pek hoşuma gitti. Sonra, bir ara, “Palavra! Palavra!” çalmaya başladı, ne zamanlardır dinlememiştim, keyifle dinledim Cüneyt Türel’li şarkıyı. Bileniniz bilir, erkek laflarını hazırlamıştır, sayar sayar, mangalda ne köz kalır ne kül; kadın sadece “palavra!” der. Arada, aslında “pet’r oil” olup, “aman petrol, canım petrol!” diye bildiğimiz şarkı da çaldı. Hani, milli mesele haline getirdiğimiz Eurovision Şarkı Yarışması’na, büyük umutlarla gönderdiğimiz eser. Ajda, yarışma gecesi belki de hayatının en tutuk sahne performanslarından birini sergilemiş, milletimizi hüsrana uğratmıştı. Öyle bir tantana kopmuştu ki, Ajda bu hezimetten sonra ortadan kayboldu, bu yazıda özenle anmamaya çalıştığım -gelin görün ki anmadan da olmayacak!-, kendine has, neredeyse “kitsch” diyebileceğim konuşma tarzı üzerinde onulmaz etkiler bırakan Fransa’da yaşadı bir dönem. Neyse ki, zümrüd-ü anka genleri de varmış, yine çıktı ortaya şarkılarıyla! Daha söylenecek çok şey var Süperstar için; filmleri, akla ziyan lafları, kaprisleri, Olimpia maceraları vs… vs… Şimdilik bu kadar olsun benden, o şarkı söylemeye devam etsin ama:) Jülide Kayaş